6 Temmuz 2012 Cuma

3 Temmuz 2012 Salı

Fikir doğudan doğar, Ali Batı'dan yükselir!


Fikri tamamen çıplak bırakan minimalist tarzına bayılıyorum. Akıl, fikir ve tasarım insanı Ali Batı ve ona henüz 30 yaşında yurtiçinde ve yurtdışında onlarca ödül getiren şaheserleri!




















2 Temmuz 2012 Pazartesi

Aldım verdim, ben sana doydum!



Alışverişe hala alışamadım. Kadınlar bunun nesini seviyor anlamıyorum. Paketlerle eve gelip, yeni alınan şeyleri dolaba yerleştirmek çok zevkli, giymek de tabii. Ama o safhaya kadar çekilenler başlı başına çile!


Tatile çıkabilmek için baya bir engel atlamak zorunda kaldım bu yaz. En büyüğü alışveriş oluyordu nerdeyse. Buckingham Palaca kadar büyük olan bir avm'de istediğin markaya ulaşana kadar başı kesilmiş tavuk gibi dolanmanın, daracık kabinlerde onlarca şey değiştirip, saçı, makyajı orda bırakmanın, alıcı kuş gibi başında dönen tezgahtarları atlatmaya çalışmanın, bir de üstüne kasa kuyruğunda beklemenin nesi zevkli?


Genel eğilimim, planlı hiç bir şeyden zevk almamak üzerine kurulu. Param olmayınca her şey cennetteki tuba bahçeleri gibi görünüyor gözüme. Satın alma konusunda deniz gören golden gibi oluyorum. Param olup alışverişe çıkınca da cebimdeki o arsız akreple oynayıp duruyorum. Bu durumda iki şey oluyor. Ya büyük bir yılgınlığa düşüp hiç bir şey almadan eve dönüyorum ya da ihtiyacım olmayan saçma sapan şeyleri "alışveriş yaptım" meşruluğuyla rahatlamak ve kendimi kandırmak için alıp kurtuluyor, sonra da pişman oluyorum. geçmişte böyle bir delilik halinde aldığım pek çok saçma şey var. (İbiza'da bile giyilmeyecek kısalıktaki bir etek, kırmızı bir telefon ahizesi, dolgu topuklu lady gaga ayakkabısı)


Bunu Paris Hiltonumsu bir şımarıklık olarak algılamayın ama gücüm olsa mağaza kapatırım o derece. Bir de tüketici gözünde "genç, sexy ve trendy" olarak algılanmak isteyen markaların mağazalarda çektirdiği müzik işkencesi var. İç organlarının bass'ta zıplamasından raflara bakamıyorsun ki. Zannedersiniz tayfayı topladık, Rıddım'a geldik.

Neyse tatil öncesi eksiklerim vardı. En nefret ettiğim işi, en nefret ettiğim güne ayırarak pazar günü alışverişe çıktım. Yanımda sevgili başak kafası da vardı. Akşamüstü yaşayacağı araba parçalamalı aksiyon filminde yardımcı oyuncu oscar'ı alacağını bilmeden sabırla gezindi durdu benle birlikte.


Yaz için dolabımda bir şey yok. Bikini yok, havlu yok, çanta yok, etek yok, elbise yok. Her mevsim aynı yokluk, aynı boşluk. İlk önce en zalim kategoriden başlamak istedim. Geçmişin 34 beden, ince silüetli metabolizmasına güvenerek bütün kışı dürüm yuvarlayarak, makarna lüpleterek geçirdiğim için gördüklerim hoşuma gitmedi tabii. Ama o kadar da değildir, aynadır, bikini modelidir diye mağaza mağaza gezerken pazar günü de hafif hafif ellerimden kayıp gitti.


Sonunda Einstein'a hak verdim. Adamın dolabında neden aynı renk ve aynı modelde onlarca gömlek var dün daha iyi anladım. Kuantum Teorisi'ni bulan birinin bugün ne giysem diye düşünecek vakti olur mu? ya da tersten gidelim. Nasıl göründüğüne önem veren biri e=mc2 formülünü bulabilir mi?



Bu gidişin sonunda; ya "i hate shopping" diye bir manifesto dağıtırken ya bir avm'yi bombalarken ya da formüllerin içine gömülmüş bulacaksınız beni. Yeter ki bitsin şu alışveriş işkencesi.

Gidiyorum.

Şehri, trafiği, kalabalığı, gürültüyü, sabah alarmlarını, dosyaları, revizyonları, briefleri, mesai saatlerini, deadline'ları, telaşı, stresi, insanları geride bırakıp gidiyorum. Tam 2 hafta sonra burda olacağım.







Crash!


Lisedeki en yakın kız arkadaşlarımdan birinin abisi ona "iki filmi izlemeni yasaklıyorum; biri natural born killers, diğeri ise crash" demiş.



J.G.Ballard'ın romanından uyarlanan filmde james spader başrolde. Film, araba hayranı bir grup insanın ilişkisine odaklanıyor. Araba çarpışmalarını cinsel ilişkideki birleşme anına benzeten karakterlerimiz arasında mekanik ve seksi ilişkiler yaşanmaya başlıyor.


Ehliyet almaya çalışan bendeniz, sürücülük kariyerime müthiş bir kazayla başlamış bulunmaktayım. Direksiyon sınavına biraz bilgili giriyim, terslik çıkmasın diye alıştırma yaparken pazar pazar ulus vadisinde ekşın yarattım.

Düz yolda schumachervari (itiraf ediyorum google'a bakarak yazdım.) bir dönüşle çakıl taşlarının üzerinde kayıp, hızlanarak yoldaki kocaman kanalizasyon kapağını altıma alıp sağdaki çukura kafa üstü daldım, takla atmaya çeyrek kaldı.

Kaza sesini duyarak gelen yardımsever türk insanlarının yardım etme çabasının, nolcak şimdi bakışlarının ve suçluluk duygusunun arasında seksi olan hiç bir şey yoktu ballard'ın düşüncesinin aksine.

Özellikle yan yatmış arabadan suçlu bir fare gibi çıkarken ölümlü, kusurlu ve aptal varlıklar olduğumuzu düşünüyordum. Ne kadar aptal, ne kadar cesur ve ne kadar seksi:)