4 Aralık 2010 Cumartesi

Balina rüyaları!

Rüya tabirlerine inanmam. Zaten benim rüyalarımı anlamaya çalışan biri de sıkıntıdan ölür. Mütemadiyen aynı rüyayı görüyorum çünkü. Ya önümde yüzen dev balinalar ya da bana çok yaklaşan tsunami dalgaları... Bir sabah kalktığımda kendimi ıslak bulursam şaşırmıcam o derece. Ya da olta takımları alıp yatıcam artık. Nasıl derin, karanlık ve sıcak bir zevk alıyorum bu rüyalardan anlatamam.

Hortum gibi içine çekiyor insanı su. Her tipi üstelik. Geçen sefer Brezilya daydım mesela. Sıcak sularda yüzüyordum. Bir balina kardeşle burun buruna gelene kadar. Freud amca, mezarında ters dönmeden önce ben dönücem galiba 10 metrelik dalgalarla!

İstanbul'un en güzel lokomotifi!


Bir binayı ya da eşyayı güzel yapan onun geçmişiymiş meğer. Yeni olan güzel ama seyre değer değilmiş. Martıların her gün ibadet ettiği, şehrin en güzel yapılarından biri öylesine kibrit gibi yanabilirmiş. Kültür başkentine gerekli olanlar plazalarmış çünkü.

Demir, çelik, soğuk, para ve gösteriş kokulu, zevksiz, hantal konut projeleriymiş. Yaşam, kibrit kutularına doluşup başkalarına marka çantalarını göstermekten ibaretmiş. Aşk, duygu, zerafet yoksunu, kirli, deli, çirkin bir kent olabilirmiş güzelim İstanbul. Altını köstebek gibi kazıp, üstüne beton dökebilirlermiş.


Hayret bu nasıl düşmüş, belki de kabusmuş. Tiksinerek uyanmışım ve aslında Haydarpaşa Garı hiç yanmamış.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Eski benden kaçılmaz!

İnternet ne fena bir şey. Hele ki kıyısından köşesinden şöhret denen mefhuma bulaşanlar için. Mesela kendine en iyi moda danışmanlarını, imaj meykırları, makyözleri tutuyorsun. Geçmişin tüm domestik ve bakımsız görüntüsünü üç kat maskeyle kapatıyorsun bir bakıma. Yeni halinden pek memnunsun.

Ama eski halini unutmayan, sürekli depolayan bir sistem var bunu unutuyorsun. Gugılı açıyorsun. Yazıyorsun ismini. Sonra seyreyle ızdırabı, felaketi. Birde bakıyosun geçmişin iyisi, şimdinin iyisine dil çıkarır durumda. Kendini
Lady Gaga ayarında bir şey zannederken düşüyosun bizim mahallenin kızı formatına. Sesin yabancı, üstün başın özenti. Ne kadar dudaklarını ayırıp, objektife poz kessen de biz biliyoruz kim olduğunu! Söyleyin bakalım kıyafet, makyaj, ışık, photoshop, vs... Kim yenebilir ki geçmişi?






First leydinin böylesi!

Bir kadın güzel, şık ya da zarif olabilir. Ama hem hepsi birden olursa orada bir soluklanmak gerekir. Peki yanıbaşımızda, her Eurovision'da bize 12 puan çıkaran ülkede gerçek bir güzellik tanrıçasının yaşadığını biliyor musunuz? Bir kadın nasıl görünmeli ve görünmemeli işte örnekler. Karşınızda Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyeva'nın eşi Mihriban Aliyeva ve T.C. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrunisa Gül!












11 Eylül 2010 Cumartesi

Zamanın güzelliğe saygısı yok!


Güzel bir kadının yaşlanmasından daha trajik ne olabilir ki şu hayatta? Bir zamanlar kendisinin de içinde bulunduğu bir ligden zorunlu olarak çekilmek ve başka bir olgunluğa hapsedilmek çıldırtıcı olabilir. Yaşlanmak, bir kadın için gücünü kaybetmektir aslında, daha az arzulanır olmaktır. Hedef kitlesinin daralması demektir erkekler tarafında. Genç ve güzel bir kadının erişebileceği nimetlere uzaktan bakmaktır.

"The Countess" filmi, 16.yy'da yaşamış, dünyanın ilk seri katillerinden biri olan Kontes Bathory'nin kanlı hikayesini işlerken bir yandan da yaşlanmanın "sadist ve arızalı bir kadında" nelere yol açabileceğinin resmidir. Ve Julie Delpy, bu resmi başarıyla çizer.


Kırk yaşlarındaki kontes, kocası öldükten sonra genç ve yakışıklı bir aristokratla tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Ama genç adamın babası bu ilişkiye karşı çıkar ve sinsi bir entrikayla onları ayırır. Macaristan'ın kalın ve karanlık duvarları arasında Kontes Bathory, aşk acısıyla başetmeye çalışırken olayları farklı yorumlar. Yaşlı olduğu için terk edilmiştir. Sevgilisini döndürmenin tek yolu gençleşmektir!

Kontes, bunun için şimdiye kadar duyulmamış bir yöntem dener: kan banyosu! Altı yüze yakın bakireyi özel tasarlanmış çivili kapanında kurban ederek, kanlarında yıkanır. Yüzündeki hikayeleri silmek isterken, fark etmeden içindeki katili uyandırmıştır.

Aynaların bazen en büyük düşman olabileceğine dair demir kokulu bir biyografidir "The Countess". İçindeki kadını bulamadan, başka bir kadın olmayı istemektir. Soluk, ağır, nemli ve bunaltıcı Macaristan topraklarındaki "güzel" bir delirişin hikayesidir.

7 Eylül 2010 Salı

Kalp kırıcı bir ağıt!


Ünlü İngiliz tasarımcı Alexander Mcqueen, moda dünyasının ona çağırdığı şekliyle "Büyük İskender",
11 Şubat 2010'da evinde ölü bulundu. Dünyanın en yaratıcı ve büyük tasarımcılarından biri olan Mcqueen intihar etmişti. Geride "köpeklerime iyi bakın" yazılı nottan ve yarım kalan koleksiyonundan başka bir şey bırakmadı.

Alexander Mcqueen'in büyük bölümü hazır olan 2010-2011 Sonbahar/Kış Koleksiyonu'nu, onun ölümünden sonra yardımcısı Sarah Burton tamamladı. Teatral bir şovla Paris Moda Haftası'nda sunulan koleksiyon, ağustos ayında İstanbul Moda Haftası'nda da yerini aldı.

Tasarımcı bu koleksiyonda, "Old Masters" yani geçmişin yaratıcı ressamlarından, özellikle Kuzey Avrupa'lı ilginç sanatçı G. Bosch'un "The Garden of Earthly Delights" isimli tablosundan ilham aldı. Modellerde Flaman ikliminin soğuk ve donuk duruşu; giysilerde altın nakışlar, gotik formlar, ağır aksesuarlar, melek ve melek kanatlı dokumalar, sürreal mohikan başlıklar, koleksiyonun en dikkat çekici kısımları.


Barok ve Bizans dönemi stillerinden de beslenen koleksiyonun başlıkları "kalp kırıcı güzellik" ve "harika bir tasarımcı için ağıt" olarak belirlenmiş. Moda dünyasının en yaratıcı, en göz alıcı ağıdı, bu koleksiyon belki de. Büyük İskender'den büyük veda!

6 Eylül 2010 Pazartesi

Kay, kay nereye kadar?


Biliyorsunuz spor konusunda henüz Balkan milletlerini bile yakalayabilmiş değiliz. Güreş, cirit gibi ata sporlarımız dışında son bir kaç yıldır futbol, basketbol, atletizm gibi dallarda belli bir aşama kaydettik. Ama biraz tesis, profesyonellik ve para gerektiren konularda yine yerimizde sayıyoruz.

Bakın ülkemizi uluslararası yarışmalarda temsil eden Tuğba Karademir de pes etti. Sebep sponsorsuzluk, gelecek korkusu, motivasyon kaybı... Türkiye Buz Pateni Federasyonu Asbaşkanı hemen bir yorum patlattı:
"Biz onu yeterince destekledik, bari pateni bırakmadan Erzurum Kış Oyunları'na katılsaydı..."

İşte spora bakış açımız bu kuzular! Kız burda yeteri ilgiyi, profesyonelliği bulamadığı için ailesiyle Kanada'ya taşınmış, yıllardır harcamalarını cebinden karşılıyor ve Kanada'nın tüm ısrarlarına rağmen Türkiye'yi temsil ediyor. Aldığı karşılığa bak!

Zaten bir kaç yıl önce Ankara'da gençlerin kaydığı, antreman yaptığı salon hakkında şöyle bir haber çıkmıştı da çok gülmüştüm: "Paten salonunun buzu, elektrik faturaları zamanında ödenmediği için eridi. Her yer su içinde kaldı." İyi bari bir de için balık yüzdürün tam olsun!

Parkelerde yün çoraplarla kaymaya çalışıp, "katerina vitleri" ağzı açık izlemiş bir neslin çocukları olarak en azından kafa karışıklığımızı giderdik. "Bizden neden Mao Asada'lar, Yuna Kim'ler, Plushenko'lar çıkmıyor" diye düşünüyorduk. Artık neden çıkmadığını biliyoruz.

3 Eylül 2010 Cuma

Ada çemkirmeleri!

Her dağın karı kendine göre! Şişli'de trafik, otopark problemleri varken adada daha organik şikayetlere rastlanıyor. Sen benim tavuğuma kışt dedin, menekşemi yoldun, klorofilimi harcadın, incirimi çaldın gibi...

Üstteki örnek bizim mahalleden. Burayı düzenleyen kişi öyle bir anlatmış ki, sanki 7 yılda düzenlediği Versailles Sarayı bahçeleri. Elektrik direğinin altındaki iki geberik sardunya için bunca tantana! Bi de diyor ki sevdikleriniz yararlanacak. Neden yararlanacağız? Tavuk gibi toprak eşeleyip, yaprak mı yicez?


Bu iki örneği ise iskeleye yakın bir yerde buldum. Yanyana asılmışlardı. O duvar, sonu cinayetle bitebilecek bir çemkirme panosuna dönüşmüş! Okunan bedduların yaratıcılığı ve samimiyeti dikkat çekici! Yakında iskele civarında yerde sürünen, kör gözlü, kuru dilli mutantlar görülmeye başlanırsa sebebi bellidir!

1 Eylül 2010 Çarşamba

Mis Törkılar!




Miss Turkey 2010 adayları hakkında yeterince eleştiri yapıldı ama kendimi tutamıyorum. Son yıllarda güzellik anlayışı ciddi anlamda göreceli bir hal almaya başladı. Dünyanın en güzel kadınları Slav ırkından çıkar kabul. Ama bizim kızlar kadar güzel gözleri olan, anlamlı bakan, karakteristik yüz hatlarına sahip kızlar başka bir ülkede var mıdır bilmem.

Şimdi boyu 1.80 olan, iki çırpı bacağa sahip herkes yarışmalara katılıyor. Yok mu bunun bir standartı? Boy tamam da ya ışık, parıltı, yüz güzelliği, zerafet? Hanım ablalar zannedersiniz bir saat önce anneleriyle pazardan dolmalık almış, birazdan kocalarına iftar sofraları kuracaklar. Makyaj yakışmıyor, albeni yok, karizma yok!

Eskiden böyle miydi? Diildi efendim. Bakınız. Daha bir yıl önceki güzele. Ebru Şam! Kızılderili, tatar karışımı mı dersiniz, Pocahontas geni mi? Müthiş bir yüz ve enerji. Devamı aşağıda...






Sıkıldım!

Bu aralar pek çok şeyden sıkıldım:

-Kapının önünde ciyak ciyak bağıran kız çocuklarından,
-Evet hayır tartışmalarından,
-Komedi Dükkanı'ndan, Türk Malı'ndan,
-Mankenlerin her cevizi kırıp, evlendikten sonra ailemizin kızı formatına geçmelerinden,
-"Su bebek" tamlamalarından,
-Birden bire bozan havalardan,
-İmla kurallarından,
-Beklemekten,
-Keşkelerden,
-Mide hazımsızlığımdan,
-Moda haftasına "modellerden çok dikkat çekti." haberinin çıkması için tam donanımlı giden sosyete kadınlarından,
-Sivrisinekten ve kaşınmaktan,
-Gündüz televizyon ekranının yansımasından,
-World Grand Prix Kadınlar Voleybol maçlarını kafasına gören yayınlayıp, kafasına göre kaldıran NTVspor'dan,
-Mehmet Ali Alabora'lı reklamlardan,
-Kumsalda Bülent Ersoy makamında gezinenlerden,
-Köpeklerden korkanlardan,
-Doğru dürüst bir korku filmi çıkmamasından,
-Teknolojik ürünlerin sürekli yeni sürümlerinin çıkmasından,
-Uzaylıların var olup olmadığını bilemeden ölmek zorunda olmaktan,
-Ara sıra aklımı yoklayan kötücül düşüncelerden,
-Kararsızlıktan,
-İş görüşmelerinde sorulan salak sorulardan,
-Yaşlanmaktan,
-Adalar Belediyesi'nden,
-Proplan'ın fahiş ötesi fiyatlarından,
-Çinko'nun denizden sonra yıkanmak zorunda olmasından,
-Yazın aşırı sıcaktan, kışın çok soğuktan,
-Egosantrik, fahişe ruhlardan,
-Zamanın geçmezken, hayatların tükenmesinden,
-Para kazanmak zorunda olmaktan,
-Kapitalist sistemden,
-Aptal ve saygısız insanlardan,
-Kolibasilden,
-Gürültücü köpeklerden,
-Işınlanmanın hala icat edilememiş olmasından,
-Makarna suyunun kaynamasını beklemekten,
-Ekmek dilimlerken her yere kırıntı saçılmasından,
-Cep telefonuma gelen banka mesajlarından,
-Saçlarımdan,
-Kedi köpek tüylerinden,
-Transfer sezonlarından,
-Adnan Sezgin'den,
-Akıcı konuşamayan haber spikerlerinden,
-Çok acı biberden,
-Duş aldıktan sonra giderden saç toplamaktan,
-Terliklerimin ıslanmasından,
-Çok da komik olmayan mizah dergilerinden,
-Amma çok şeyden sıkılmışım diye düşünmekten sıkıldım.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Aşk hep mi zamansızdır?

Vesikalı Yarim, senaryosunu Safa Önal’ın yazdığı, yönetmenliğini Lütfü Akad’ın üstlendiği Türk sinemasının en nitelikli melodramlarından biridir. 1968 yılında çekilen siyah-beyaz film, manav Halil'le Şen Saz Gazinosu dilberi Sabiha'nın imkansız aşkını anlatır.

Vesikalı Yarim, Türk sinemasında defalarca işlenen bir temayı ele alır. Ama onun başarısı, hikaye anlatmadaki yalınlığında, diyaloglarındaki doğallığında ortaya çıkar. Bir de tabi ki seçtiği müziklerde…

Filmde anlatılan yasak aşk hikayesini, uzun İstanbul planları böler. Lütfü Akad, hikaye boyunca yansıttığı gerçekçi tavrı burada da kaybetmez. Beyoğlu’nun arka sokakları, Kocamustafapaşa’nın çirkin kagir evleri, İstanbul’un keşmekeşi siyah beyaz aşkın duygusunu güçlendirir.

Film, altmışlı yılların yaşantısını ve eğlence geleneğini büyük başarıyla yansıtır. Mekanlar, insanlar, giysiler ve konuşmalar benzersizdir.

Filmi özetleyen, en vurucu cümle Sabiha’dan gelir. Atlattıkları onca fırtınadan yorgun düşmüş, ümidini kaybetmiş şekilde Halil’e bakarak şöyle der:
“Sevgi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık!”

27 Ağustos 2010 Cuma

Devilchat!


Hadise şu;
"Chatroulette" isimli bir site var. Buraya üye olanlar, siteye girip karşılarına çıkan ilk kişiyle "web cam"'de konuşuyorlar. Site, "Last Exorcism" isminde vizyona yeni girecek bir korku filmiyle ortak bir çalışma yapmış.

Siteye girenler, ekranda güzel bir genç kızla konuşmaya başlıyorlar. Kız yavaş yavaş soyunmaya başlıyor. Erkek tarafında testesteron ve heyecan tavan yapmışken, striptizci kız bir şeytana dönüşüp kameradan çığlıklar atmaya başlıyor. Sonra ekran kararıyor. Ve "lastexorcism.com" yazısı çıkıyor.

Akıl dolu bir kampanya, ilginç bir mecra, iyi bir sonuç...