9 Temmuz 2010 Cuma

Her filmin bir kokusu var!

Birkaç yıl önce Mel Gibson’ın yönettiği “The Passion” isimli filmi izlemek üzere sinemaya gittim. Hz. İsa’nın çarmıha geriliş sürecini işleyen film, gerçekçi işkence sahneleriyle izleyende büyük irkilmelere neden olabilecek bir yapımdı. Salonun ortası sayılabilecek bir koltuğa yerleştim. Yanımda da orta yaşlı, kel, ciddi görünümlü bir adam oturuyordu. Film başladı.

Hz. İsa yavaş yavaş ve bilinçli olarak kaderine yaklaşırken, içimi büyük bir hüzün kapladı. Etrafını saran ikiyüzlü ve çıkarcı insanlar o kadar çirkindi ki, İsa onların içinde saflığı ve iyiliğiyle resmen parlıyordu. Bu karşıtlık, empati kurmanızı ve kendini diğer insanların günahları için feda etmeye hazır olan İsa için üzülmenize neden olan güçlü ayaklardan biriydi.

Özellikle şeytanla İsa’nın konuşmaları çok çarpıcıydı. Şeytan, kafamızdaki kartonet formundan sıyrılmış, İsa’yı taşıdığı misyonun ağırlığı konusunda uyarıp, sorgulayarak insani bir boyut kazanmıştı. Buğulanmış gözlerle kendi içime çökerken bir şey fark ettim. Sinema salonunun içi çiçek kokuyordu. Parfüm değil, buram buram salt bir çiçek kokusu…

Hristiyan mitolojisinde Hz. Meryem ve İsa, var oluşlarının saflığı ve ilahi özellikleri nedeniyle zambakla sembolize edilirler. Bu beni iyice bir hoş etti ve filmin içine girmemi sağladı. İlk yarının sonuna doğru, yanımdaki kel adamla kafa kafaya vermiş hüngür hüngür ağlıyordum.

Sonradan bunu çok düşündüm. Neden filmleri izliyoruz, dinliyoruz ama koklamıyoruz? Mesela aynı isimli kitaptan uyarlanan “Das Parfume” isimli filmde de aynı şeyi düşündüm. Üstün koku alma yeteneğiyle doğan garip bir adamın hikayesini anlatan filmde, kahramanımız kayısı ayıklayan kızdan tutun, lavanta, portakal çiçeği, sandal, manolya gibi sayısız esansı kokluyordu. İzlerken bunları onunla koklamayı çok istedim. Bence son derece yaratıcı ve interaktif bir film izleme açılımı bu. Sizi atmosferin içine sokan, duyularınızı uyaran bir alternatif pazarlama taktiği!

Böyle bir yenilik olsa nelerin kokusunu almayız ki bir düşünün!
“Chocalate” ta o güzel pastane dükkanını, “Scent of a woman” daki kadını, “Bram Stoker’s Dracula”daki gotik şatoların küf kokulu odalarını, “The English Patient”ta aşkın ve çölün kokusunu… Liste uzar gider. Teknik olarak nasıl yapılır bilmiyorum ama ben izlediğim bir filmi koklamayı çok istiyorum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder