3 Temmuz 2010 Cumartesi

Müsait yerde susacak yok mu?

Efendim durum trajikomik. Onlu yaşların sonunda kendini rock dünyasının gürültülü baladlarında bulan, içerisi boş diye eğlence mekanlarını terk eden ben; yirmili yaşların sonunda resimdeki mahluka dönüştüm sonunda.

Şişli'de yaşarken durum normaldi. Çünkü güzide semtimizin "iki kişi aynı anda geçemez kaldırımları"na düşen insan sayısı, atmosferde dolaşan gürültü kirliliği rekor seviyedeydi. Gürültü bir yaşam biçimiydi yani. Bir yıldır adada yaşıyorum. Burası kışın harika. Ada bomboş, size ait resmen. Ama yazın işin rengi değişiyor-muş. Ben de bu yıl gördüm. Kendini bulduğu boş alana, balkona, terasa atan ve klonlanarak çoğalan insanımız gürültü ve temaşada balkan eğlencelerini aratmıyor.

Kışın sessiz ve yalnızlığına alışmış bendenizin durumu ise komik. Bir aydır tek isteğim rahatsızlık vermeyen iki kulak çubuğu ya da geçici duyma kaybı ya da Dracula'nın şatosu...

Dün akşam iskeleye indim. Metrekareye düşen insan sayısı 20 falandı. Çay bahçeleri ağzına kadar dolu, yolda bisikletli, scooterlı kafileler, pamuk helva satıcıları, çoluk çocuk, cümbür cemaat yazın tadını çıkarıyordu. Bu manzara karşısında sarımsak görmüş vampire dönüşen bendeniz, hemen sahilin sonundaki salaş balıkçı limanına kendimi zor attım. Karanlık, sessizlik, deniz... Biraz kulaklarımı saldım gecenin ruhuna, iyi geldi.

Durum komik anlatılıyor, ama kolay yaşanmıyor. Hiç kimsenin olmadığı ve ses yapmadığı bir manastır düşleri içindeyim. Onlar konuştukça "susun, siz konuştukça kendimi duyamıyorum" diye bağırmak geliyor.

Sevgili arkadaşım Murat'ın yorumu da şu; beslenmek için insanlara ihtiyaç var, izole bir hayat bizim işimize ters! İyi de şu kafamın iki yanındaki koca organlara sabah akşam vuvuzela işkencesi yapan yazlıkçıları napcaz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder