15 Haziran 2010 Salı

Kötü biri olmanın dayanılmaz ağırlığı!

1971'de The Who'nun seslendirdiği, 2003 yılında Limp Bizkit'in coverladığı, Gothika filminin soundtrack albümünde de yer alan "Behind Blue Eyes" şarkısı şu sözlerle başlar:

No one knows what it's like
To be the bad man
To be the sad man
Behind blue eyes!

Kötü birinin hissettiği yalnızlıktan bahseden nadir şarkılardan biridir. İyi ve onaylanan birinin o meşru üstünlüğüne karşı, aile, ilişki, evlilik, devlet farketmez sistemi bir yerinden oynatmış biri gerçekten ne hisseder? Bahsettiğim şu tamamen iyi ya da tamamen kötü olan karton tiplerden değil. Hepimizin içinde saklanan karanlık noktaları ruhunun kalemiyle birleştirmiş karakterlerden bahsediyorum. İçindeki boşluğu doldurmak için her yolu deneyen, kendini hiç bir yere ait hissetmeyen ve hayattaki tek varoluşu başkalarını mutsuz görmek olan insanlar nasıl yaşar?

İyi biri olmanın getirdiği iç huzurunu duymadan, sonsuza kadar lodosa kapılmış bir tekne gibi sürekli sallanmak ve karaya adım atamamak ne hissettirir? Son zamanlarda okuduğum bütün kitaplarda ve izlediğim filmlerde hep buna dikkat ediyorum. Kahramanlara çelme takmaya çalışanların dramına yani...

Amadeus, bunu güçlü bir şekilde anlatan filmlerden biridir. Saray bestecisi Salieri'nin Mozart'ın karşısında hissettiği çaresizlik çok şey ifade eder. Tanrıya müzik yaparak ulaşmaya çalışan bir adamın, tanrının kanatlarını ona değil Mozart'a verdiğini farketmesiyle hissettiği öfke ve intikam hissi benzersizdir. Filmi taşıyan ayaklardan biri Mozart'sa, diğeri tartışmasız Salieri'dir. Mozart'ın müzikal yeteneğine büyük bir hayranlık ve kıskançlık besleyen adam, onu öldürmeye kadar gidecektir.

Dramaturji ustası Haluk hocamızın da dediği gibi; güçlü bir çatışmanın olduğu yere dikkatle bakın, iyi yaratılmış bir kötü mutlaka göreceksiniz!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder